Yine yoruldunuz tüm gün koşuşturmaktan. Akşam yemeğinin
üstüne çay demlediniz kendinize, günün yorgunluğunu atma düşüncesiyle. Demini aldı
çay. Koyarken bardağa tavşanın kanı geldi aklınıza. Nasıl olur ki dediniz kendi
kendinize. Ama benzetme bu. Ne renginin benzediğinden, ne de içilebilir
olduğundan cezbeder, bu benzetme insanı. Zira kaç kişi görmüştür ki tavşanın
kanını?
İnce belli bardak sözü ona keza. İnce belli sevgiliyi
mi çağrıştırır sizce? Tutun ki erkeklere anımsattı. Peki kadınlar neden sever
bu sözü? Öyle olabilmenin özlemi mi, yoksa herkesçe kabul gören güzellik
anlayışı ince belli olmaktan geçtiği için mi? İnce belli tavşan (!) göreniniz
var mı? Belki bizim çaydan esinlendi Hugh Hefner. Ne dersiniz?
Çaya dönsek mi dağılmadan konu?
Doldurmuştuk en son bardağı. Biraz şeker ve
karıştırdınız. Kaşığın cama vuruşunu dinlerken transa geçiyorsunuz. O an
aklınızdan nelerin geçtiğiyle alakalı, uzayıp gider bu karıştırma. Ta ki siz o
sorunu beyninizde çözene, ya da kendinize gelene değin devam eder. Bir de
bardağın üzerinden süzülen buhar raks ettikçe kendi platformunda, dudağınıza
yaklaştırırkenki aldığınız o çay kokusu nasıl da iliklerinize kadar iner değil
mi? Burnunuzla daireler çizersiniz bardağın üzerinde, gözler kapalı. Daha iyi
hissetmek için kokuyu. Beş duyuya hitap eden nadide bir değer… Çay!
Terlediysen serinletir derdi büyükannem, üşüdüysen
ısıtır. Sabahları ayıltır, yorgunsan dinlendirir. Çok yediysen hazmettirir,
acıktıysan açlığını erteler. Karadenizli olarak doğmalıymış bu kadın. Hırkasına
reklam bile alırdı o yeşil yün hırkasına.
Uzandınız çay faslından sonra. Memleket hasreti gezinirken damarlarınızda. Yine soğuk bir
yatak. Keşke bir bardak da yatağa içirseydim dediniz, belki ısınırdı o da…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder